Partiya Azadî

Partiya Azadî

02 AZADÎ HAREKETİ KONSEPT METNİ

AZADÎ HAREKETİ

KONSEPT METNİ

 

HAK ADALET VE HÜRRİYET İÇİN

KÜRDİSTAN İSLAMİ HAREKETİ

 

6-7 EYLÜL 2014

 

                                                               AMED

İçindekiler

A – ANA HATLARIYLA AZADÎ YOLU.. 3

I – Kavram olarak AZADÎ. 3

II – Tabii zorunluluk olarak AZADÎ. 3

III – Tabii zorunlu iç tepki 4

IV – Tabii zorunlu iç tepkinin doğurduğu iki temel çelişki 4

V –  Çelişkilerin aklileştirilmesi 4

VI – Aklileştirmenin kaynakları 5

B – AZADÎ’NİN AHLAKÎ ZEMİNİ 6

C – AZADÎ KONSEPTİNİN GENEL HATLARI 6

Giriş. 7

Hak, Adalet, Hürriyet 7

İnsanlığın Ortak Aklı ve Vicdanı 8

İnsan ve İnsan Hakları 8

İnsan ve Tabiat 9

Kadın. 9

Ne Zalim Ne Mazlum.. 9

Din. 10

Mezhep. 10

Millet 10

Dil ve Renk. 11

Ümmet 11

Devlet 11

Savaş ve Şiddet 12

Barış. 12

Bağımsızlık. 12

İç ve Dış Politika. 13

Ekonomi 13

D – AZADÎ HAREKETİ İRADESİNİN TEMEL ESASLARI 13

E – SONUÇ.. 15

 

 

 

 

 

                                   Bismillahirrahmanirrahim

A – ANA HATLARIYLA AZADÎ YOLU

I – Kavram olarak AZADÎ

 

1925 Hareketinin mirasını yüklenen AZADÎ; hak, adalet ve hürriyet talebi ile hem mevcut ümmet algısının hem de bu talebi yöneten mevcut egemen siyasetin zihnî kodları arasında Kürdistan’ın hâkim geleneğine ilişkin belirgin bir bağın kurulmadığını düşünen ve 1990’lı yıllardan buyana Kürt ve Kürdistan meselesiyle yüzleşen kesimlerin kaygılarının düşünce olarak zihne yansıyan tasarımını ifade etmektedir.

 

AZADÎ; tüm meşrep, mezhep ve fikir farklılıklarıyla birlikte Kürdistan’nın sahih geleneği ile tarihsel irade arasında kurulmasının kaçınılmaz olduğuna inanılan bağın etrafında ortak özelliklerini birleştiren Kürdistanların toplam kaygısını anlatan ve toplam çelişkisini düzenleyip terbiye ederek onları mekân sahibi kılan bir temsiliyeti haizdir.

 

AZADÎ telaffuzunun hem birey hem de toplum bazında zihne getirdiği ilk şey; onun hak, adalet ve hürriyet ile hem bunu yöneten egemen siyaset hem de ümmet algısı arasında milliyeti ve diyaneti içeren kadim gelenek bağını kuramayan Kürdistanlıların toplam kaygısının toplandığı mekândır.

 

Kürdistan’da geleneği oluşturan millî ve dinî temalar ile bu temaları yöneten egemen siyaset ve ümmet algısı arasında olması gereken bağın kurulmadığını düşünen ve özellikle İslamî hassasiyetleri yüksek olan Kürdistanlıların kaygıları ve bu kaygıların sonucu olan çelişkileri, kurulamayan bağ dolayısıyla tabii seyir içerisinde zorunlu olarak doğmuştur.

 

AZADÎ, akleden insanlar olarak kendi özgül niteliklerini ve güçlerini canlı bir varlık dinamizmi içerisinde gerçekleştirmek isteyenlerin toplam kimliğinin mekân ihtiyacını karşılamaktadır.

 

AZADÎ’nin ilk görevi sünnetullah gereği zorunlu iç tepkinin doğurduğu çelişkilerin düzenlenmesi için kavramı doğuran kaygıların siyasi temsiliyetini sağlamaya dönük bir mekân olmaktır. Mekân, hem somut bir “yer“dir hem de soyut kaygıları çelişkilerden kurtaracak en güçlü adres olan siyaseten kimliği temsil eden parti hükmünde bir “hareket”dir. Zira Kürdistan’ın, bu kaygıları taşıyan insanlar dolayısıyla AZADÎ mekânına ihtiyacı vardır; yoksa AZADÎ mekânı olmasa da Kürdistan olmaya devam edecektir.

II – Tabii zorunluluk olarak AZADÎ

 

Bahse konu zorunluluk tabii olarak bir içerikle doğmuştur. İçeriği oluşturan ana unsur “bağ”  temasıyla açıklandı. İçeriği ile tabii olarak doğan kaygı ve çelişkiler yine tabii olarak biçimlenmek zorundadır. İşte bu biçimlenme kısmı kontrollü ve tabiatıyla uyumlu olarak işlenmelidir ki, kaygı ve çelişkiler bu kez benzer başka kaygı ve çelişkileri doğuracak mekânlara yerleşmesin. Böylece AZADÎ, bu içeriğin biçim alarak yerleşeceği en doğru mekân olarak ortaya çıkmak ve kaygıları toplayıp çelişkileri düzenlemek için harekete geçmek zorundaydı. Dolayısıyla AZADÎ, herhangi iyi veya kötü niyetler barındıran bir grubun veya bir ideolojinin projesi değil, Kürt ve Kürdistan’ın içerisinde bulunmuş olduğu, dışarıdaki türdeş ve dindaş dünyanın tabiatından farklı olan durumunun tabii bir sonucudur. AZADÎ, bir grubu ifade eden bir proje değil, bir durumu ifade eden tabii soyut kavramsallığın tabii somut bir mekânıdır.

III – Tabii zorunlu iç tepki

 

Kürtlerin insanlıkta eşitleriyle ve dinde kardeşleriyle uyumsuz olan ilişkisi, onun insanî ve dinî durumunu hırpalayan ihtiyaçların kaçınılmazlığını oluşturmuştur. Bu ihtiyaçlar, Kürtlerin hem kendi hem de dünyanın geri kalan bölümü arasındaki uyumu yeniden tesis edebilmesi için emredici bir iç tepkiyle sonuçlanmıştır. Kürtler, Kürtlerin içinde bulunmuş olduğu durumun tabiatı gereği zorunlu olarak bir şey yapıp harekete geçmek için kendisinin dahi buna engel olamayacağı kadar güçlü ve içten gelen bir istekle tepki göstermiştir.

IV – Tabii zorunlu iç tepkinin doğurduğu iki temel çelişki

Kürtlerin kaçınılmaz iç tepkisi, AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtleri şu iki temel çelişkiyle karşılaşmak durumunda bıraktı:

 

  • Millî mekânsızlığın doğurduğu çelişki: Bu çelişki AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtlerin zorunlu iç tepkiye engel olamayıp onu mevcut kabul edilmiş ümmet söylemine ve İslamî çevrelere en radikal biçimde iletirken bunu yine mevcut ümmet söylemi ve İslamî çevreler arasında kalarak yapmasının bir sonucu olarak doğan çelişkidir. AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler hem ümmetin bir parçası olmaya devam etmektedir hem de iç tepkiyle ümmetin tüm öteki unsurlarını aşan bir tabiata sahip olduğunu görmektedir. Onlar ümmetin bir parçası oldukları halde, ümmetten tabiatları gereği ayrı düşme çelişkisine sahiptir. Çünkü kendi tabiatlarından ümmetin ayrı düştüğü görüyorlardı. Ümmet içerisinde bir mekânı olmadığı halde ümmetin parçası olmanın bir çelişkisi ve mekânsızlığının bir sonucu olarak kimlik bunalımı yaşamaktaydılar.

 

  • İtikadî-zihnî mekânsızlığın doğurduğu çelişki: Bu çelişki AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtlerin zorunlu iç tepkiyle ortaklaştığı ve iç tepkiyle hak, adalet ve hürriyet talebinin bir parçası olduğu halde hak, adalet ve hürriyet talebini baskılayıp yöneten mevcut uğraşının itikadî-zihnî kodlarından doğan çelişkidir. AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler hem zorunlu iç tepkinin bir parçası olmaya devam etmekteler hem de iç tepkiyle ortaklaştıkları Kürtlerin seküler itikadî-zihnî kodlarını aşan bir tabiata sahipler. Onlar zorunlu iç tepkinin bir parçası oldukları halde, seküler Kürtlerin itikadî-zihnî kodlarından kendi itikadî-zihnî tabiatları gereği ayrı düşmekteler. Çünkü kendi itikadî-zihnî tabiatlarından seküler Kürtlerin ayrı düştüğünü görüyorlardı. Zorunlu iç tepkiyle ortaklaştıkları baskın uğraşı içerisinde bir mekânı olmadığı halde zorunlu iç tepkinin parçası olmanın bir çelişkisi ve mekânsızlığının bir sonucu olarak burada da kimlik bunalımı yaşamaktaydılar.

V –  Çelişkilerin aklileştirilmesi

 

Sünnetullah gereği zorunlu iç tepkiyle harekete geçen AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler;

 

  • Hem kendi arasındaki hem Kürtler hem de Kürtlerle ümmetin ve dünyanın geri kalan bölümü arasındaki uyumu kurmak,
  • İç tepkinin bir sonucu olarak doğan söz konusu iki temel çelişkiyi düzenleyip terbiye etmek,
  • İçerikle biçim arasındaki örtüşmeyi sağlamak,
  • Kimlik bunalımını aşıp ilişkilerdeki dengeyi elverişli kılmak için ilkin millî ve dinî ihtiyaçları aklileştirerek bir düşünce tablosu oluşturma girişiminde bulundu.

VI – Aklileştirmenin kaynakları

 

İç tepkiyi içeriklendirip biçimlendirmek amacıyla 1990’lı yıllardan buyana kurulan düşünce tablosu üç ana kaynaktan yararlandı:

 

  • Diyanet bilgisi: Bunlar Kur’an ve Sünnettir. Kur’an ve Sünnetten yeni okumalar ve keşifler yapıldı. Hz. Musa Kıssası ve Medine Vesikası gibi temel içeriklerle düşünce tablosu biçimlendi.
  • Milliyet bilgisi: Bunlar başta genel Kürt tarih olmak üzere mücadele tarihi, sanat, dil ve edebiyattır. Ahmed-i Hani ve Şeyh Said gibi temel sembol ve değerlerle düşünce tablosu biçimlendi.
  • İnsaniyet bilgisi: Bunlar genel insanlık tecrübesi ve birikimidir. İnsanlığın ortak üretimi olan medeniyetin imkânlarıyla düşünce tablosu biçimlendi.

 

Böylece AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler, kendi düşünce tablolarını oluşturarak Kürt ve Kürdistan’ı dışlaştırmış İslamcı düşünce dizgelerinden büyük bir farklılaşma yaşadı.  Mevcut İslamcı paradigmanın iflas ettiğini söyledi ve uzun erimli tartışmalarla kendi paradigmasını, kurduğu düşünce tablosuyla sergilemeye başladı. Bu tablo, ona, kendisinin Kürdistan’da, Kürdistan’ın ise bütün dünyada olması gereken yerinin ve bu yerin tesisi için nasıl eylemde bulunması gerektiğinin sorularına yol gösteren cevaplar kılavuzu oldu, ama bu onun kimlik bunalımını aşması için yeterli değildi. Çünkü mevcut İslamcı düşünce çevreleri karşısında probleminin asıl kısmı iç tepkiyi kendi gerçekliği içerisinde algılayıp kendine has bir düşünce tablosu kurmak olduğu kadar, iç tepkiyi içeriklendirip biçimlendirdiği bu yeni düşünce tablosunun siyasî olarak temsil edileceği bir mekânın olması da gerekiyordu. Böylece anlaşıldı ki yalnızca bir düşünce tablosu kurmakla kimlik bunalımından çıkmak mümkün değil! Eğer Kürtler yalnızca bedenden soyutlanmış bir zulme maruz kalmış olsaydı sadra şifa kurulan bu düşünce tablosuyla kimlik bunalımını aşmak mümkün olabilirdi. Ama AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler de, Kürtlere yalnızca zihnî değil bedenî bir zulmün de yapıldığının ve zulmün zihnî ve bedenî diye ikiye bölünmesinin kimlik bunalımını çözmeyeceğinin farkındaydı. Bunu İslamcı düşünce çevrelerinden yalnızca düşüncede değil eylem bakımından da ayrı durarak yapılandırıp aştı ve siyasetini Kürt ve Kürdistan meselesi üzerine geliştirdiğini açıkladı. Fakat diğer asıl problem bu aşamadan sonra daha net gözüktü. İç tepkiyle ortaklaştığı Kürtlerin seküler olması blok bir temsiliyet sağlamıyordu. İyi niyetli denemeler yapıldıysa da kısa zamanda kimlik bunalımının bu yolla aşılamayacağı anlaşıldı. Kendisi bakımından siyasi temsiliyetle bir mekânın tesis edilmesinin ikiye bölünmüşlüğü aşacak tek alternatif olduğunu tespit etti. Hak, adalet ve hürriyet talebi ile Kürdistan’ın hâkim sahih geleneği arasında bağ kurma görevinin bizzat kendisine ait olduğunu anladı. İç tepkide ve iç tepkinin doğurduğu eylemlerde ortaklaştığı seküler Kürt çevreleriyle itikadî-zihnî kodlar bakımından ayrı düştü ve geleneğin temel dinamiği olan İslam’a bağlı bir söylemle duruşunu yapılandırdı.

 

AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler için kimlik bunalımını aşmanın ve hem kendisiyle Kürdistan arasında hem Kürdistan’ın hâkim geleneğiyle hak, adalet ve hürriyet talebi arasında hem de kendisiyle dış dünya arasında kendi gerçekliğine uygun bağ kurmanın bir tek çözüm yolu vardı; o yol, bu düşünce tablosunu temsil edecek bir siyasi mekânla eylem tablosunu da kurmaktı. 1990’lı yıllarda başlayan entelektüel, kültürel ve sosyal süreç, bu çözüm yolunun siyasi ön hazırlığını AZADÎ inisiyatifi olarak 2012’nin Haziran ayında yaşama kattı. Bugün ise partileşmeyi perspektif olarak esas alan AZADÎ, 2014’ün Eylül ayında siyasi hareket olma kararıyla temsiliyetini kesbedecek asıl mekânının altyapısını atmış oldu.

B – AZADÎ’NİN AHLAKÎ ZEMİNİ

Bütün siyasi hareketlerin hangi ahlakî saiklerle hangi ihtiyacı ve hangi amacı karşılamak üzere ortaya çıktıkları araştırıldığında bunların çok farklı karakterde olduğu görülür. Bir siyasi kimlik, ahlakî zemini salt saplantıyla kurmuş olabilir. Bu kimlik, meşhur olma ve tanınma duygusunun yoğunluğunu veya maddi güç için kaynak arayışını sosyo-politik atmosfer arasında kurabildiği fırsatla tatmin etmeyi amaçlayan bir karakterdedir. Bir siyasi kimlik, ahlakî zeminini içten gelen karşı konulmaz duygularla siyasete bağlayabilir. Siyaset onun yaşam biçimidir. Siyaset ihtiyacının ve amacının gerekçesi yalnızca kendisidir. Bu kimlik, siyaset için kendisi dışında bir ihtiyaç ve amaç aramaz. Bir siyasi kimlik, siyaset ihtiyacı ve amacı için ahlakî zemin bakımından sosyo-politik atmosferi akledecek kabiliyette olmayabilir. Bu kimlik, sosyal ve politik ortamda bir karşılığının olmamasının ahlakî zeminde doğuracağı olumsuz sonuçları umursamaz. Bir başka siyasi kimlik ise, uğruna ömür törpülediği düşünceye veya hedefe kendisini gerçekten adamış olabilir. Bu kimliğin ahlakî zeminini, kendisini ve kendisini gerçekleştireceği özgül güçlerini birbirinden ayırmayacak bir mekân isteği oluşturmaktadır. Bu kimlik, kendisinin ve kendisini gerçekleştireceği özgül güçlerinin birbirinden ayrılmasını belirsiz bir fiyatla satışa hazır herhangi bir meta olarak görür. Bu yüzden kişiliğin bölünerek satışa hazır meta haline getirilmesine karşıdır ve özgül güçleriyle kendisini gerçekleştireceği bir siyasi temsiliyete veya bir mekâna ihtiyacı vardır. Bu siyasi kimlik, bu ahlakî zeminin bir mekânla siyaseten temsil edilmesini bir ihtiyaç ve bunun gerçekleştirilmesini başlı başına bir amaç olarak görür. İşte AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtlerin ahlaki zemini budur: kendileriyle kendi özgül güçlerini ayırmadan irade etiği şeyi gerçekleştirmek ve bunun için de siyasi bir temsiliyeti inşa etmek!

 

İhtiyaç duyulan ve amaçlanan siyaset kimliği, belli ölçülerde insanların uğruna ömür törpülediği düşünce ve eylem tablosuna dayanır. Bir İslamcının, bir sosyalistin, bir milliyetçinin, bir muhafazakârın bir liberalin, bir demokratın ve benzerlerinin hepsi birbirinden ayrı varlıklardır. Açık ortak sözleşmeler kabul edilip bir anlaşma sağlanmadıkça bunların bir siyasi kimlik altında temsiliyet oluşturmaları beklenmez. Hak, adalet ve hürriyet talebini kendi özgül güçleriyle gerçekleştirmeyi irade eden AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtlerin de Kürdistan’da bir siyasi temsiliyet oluşturması ahlakî açıdan gayet tabii olduğu gibi Kürdistan’daki demokrasi güçlerinin gelişmesinin de önemli bir adımı oldu ve olacaktır.

C – AZADÎ KONSEPTİNİN GENEL HATLARI

Bugün AZADİ’nin birinci dönemi olan inisiyatif sürecinden AZADÎ’nin ikinci dönemi olan parti hükmünde hareket sürecine geçilmiştir. Parti kararı kongre iradesi tarafından takdir edilirse üçüncü dönem parti dönemi olacaktır. Ve asıl parti programı hareket sürecinin sonunda, parti kuruluşuna karar verildiği takdirde deklere edilecektir. Parti hükmünde fonksiyonel olacak AZADÎ Hareketi bu dönemde siyasi faaliyetlerinin yanı sıra Kürdistan’da hem düşünce hem de eylem tablosunun ana hatlarını netleştirip altyapıyı hazır hale getirecek ve teşkilatlanmaya hız verecektir. Bütün faaliyetleriyle AZADΑnin ikinci dönemi olan parti hükmünde Hareket sürecinin temel görevi, sürecin perspektifinde bulunan partileşmenin tüm hazırlıklarını tamamlamaktır.

Giriş

 

Osmanlı ile Safevi’ler arasında gerçekleştirilen 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla bölünmeye başlanan ve özellikle Rusya’nın da onayladığı İngiltere ve Fransa arasında gizlice gerçekleştirilen 1916 Sykes-Picot Antlaşmasıyla da bölünmenin niteliksel temelleri atılan Kürdistan, halen devam edegelen statüsüzleştirilmiş kimliğiyle hem maddi hem de manevi olarak çeşitli haksızlıklara uğratılmış, hem dünyada hem de ümmet içerisinde resmi kimliği olmayan bir halk haline getirilmiştir.

 

Kürtler Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin tahakkümünde varoluş mücadelesiyle karşı karşıya kalmıştır. Başkalarının egemenliğindeki Kürtlerin ortak özelliği resmi bir statülerinin olmamasıdır. Türkiye’de ise 1923 Lozan Anatlaşmasıyla başlayan süreçle 2000’li yıllara kadar Kürtlerin varlıkları inkâr edilmiştir. Kendi topraklarında mahkûm durumda olan Kürtler ve Kürdistan aşağılanmış, sömürülmüş ve en temel hak ve hürriyetlerinden zulüm yoluyla mahrum bırakılmıştır. Kürtlerin ve Kürdistan’ın içinde bulunduğu durum; toprakları işgal, kendileriyse inkâr edilerek ve her türlü hak, adalet ve hürriyetten mahrum bırakılarak yaşamı kuşatan tüm maddi ve manevi imkânlardan zor yoluyla düşürülmüş olmasıdır. Kürtler varoluş mücadelesiyle karşılaşmak durumunda kalmış ve kendi kimliğiyle dünyadaki insanlık mücadelesine katılması engellenmiştir. Böylece yalnızca Kürdistan değil Kürtler de hem birey-halk bazında ve hem de fiziksel-ruhsal açıdan bölünmeler yaşadı.

 

Kürdistan’ın içinde bulunmuş olduğu işte bu durum AZADÎ’nin hem sebebini hem de hedefini belirleyen temeldir. Çünkü Kürdistan’ın içinde bulunduğu bu durum dinî, millî ve insanî bir takım temel problemlerin hem sebebi hem de sonucudur.

Hak, Adalet, Hürriyet

 

“Hak”, gerçek adalet ve hürriyet için tek temel ölçüttür.

 

Hak, Kürdistan’ın içinde bulunmuş olduğu durumdan çıkmasını gerekli kılan temel ölçüttür. Çünkü zulüm hem ilahi vahyin hem de insanlığın odağında bulunan “hak” sınırlarının ihlal edilmesidir ve Kürdistan “hak” sınırlarının ihlaliyle bu hale getirilmiştir.

 

Hak ölçütü hem ilahi vahyin hem de insanlığın temelidir.

 

Haksızlığa uğramış olan bir halk, “hak” dolayısıyla hem Yüce Allah indinde hem de insanlık nezdinde üstündür.

 

Hak, bir şeye gerçekte olduğu şeklindekine uygun biçimde inanmaktır.

 

Hak, bir olgunun içeriği ile biçimi arasındaki uyumdur.

 

Hak; iyi, kötü, mü’min veya münkir olanı değil “haklı” olanı esas alır.

 

Adalet, eşit ve dengeli davranmak, iltimas geçmemek, yasaya uygun hareket etmektir. Fakat adalet karşılaştırmalı bir kavram olduğundan hak göz ardı edilerek uygulanamaz. Çünkü neye göre adalet sorusu, sağlam bir zeminde cevap bulmalıdır. Kur’an-ı Kerim bu zeminin “hak” olduğunu söyler. Bir yasa veya düşünce hakka uygun değilse, o yasa veya düşünce içerisinde adalet talebi doğru bir talep değildir. Çünkü asıl problem yasanın veya düşüncenin adilce uygulanmaması değil yasanın veya düşüncenin hakka uygun olmamasıdır. Kürtleri ve Kürdistan’ı inkâr eden bir yasa veya düşünce tabiatı gereği hakka uygun bir adalet uygulayamaz. Önce adaleti uygulayacak olan yasanın veya düşüncenin hakka uygun hale getirilmesi gerekir. Hakkı kılavuz alan, hak içeriğiyle biçimlenen bir yasa veya düşünce ancak adaleti uygulayabilir.

 

Hürriyet/Azadî, hak ile yol gösteren ve hak ile adaleti uygulayan bir yasayla veya düşünceyle ancak gerçekleşir. Çünkü hürriyet, hak ile adaletin uygulanmasının bizzat kendisidir. Kürtlerin tarihsel iradesi “hak” ile tahakkuk ettiği zaman, hürriyeti de gerçekleşmiş olacaktır.

Evrensel ölçütümüz yalnızca “HAK”tır; ne millet, ne tarih, ne zenginlik, ne fakirlik ve ne de sınıftır.

İnsanlığın Ortak Aklı ve Vicdanı

 

İslam’ın istemiyle insanlığın istemi çelişmezdir.

 

Ontolojik varlık olan insan ırkı Yüce Allah’ın hem tekvini hem de teşrii muhatabıdır. Din insan içindir, insana rağmen din olmaz. İnsan ölçüt değildir, ama ölçüt insan içindir. Din, insanın hakikat yolculuğundaki kılavuzu, doğru yol bilgisidir. İnsanlığın ortak aklı ve vicdanı objektif verilerle hareket eder; ve bu veriler insanlığın ortak aklını ve vicdanını “hak” zemininde harekete geçirir. “Hak” zemininde harekete geçtiği için insanlığın ortak aklı ve vicdanı bir başka temel ölçüttür. Çünkü Yüce Allah’ın irade ettiği şey, aynı zamanda insanlığın ortak aklının ve vicdanının da irade ettiği şeydir. Yüce Allah’ın iradesi insanlığın ortak aklı ve vicdanıyla çelişmeyeceği gibi insanlığın ortak aklı ve vicdanı da Yüce Allah’ın iradesiyle çelişmez. Örneğin, objektif bir bireyin veya toplumun sergilediği vahşet karşısında insanlığın ortak aklı ve vicdanı, hangi inanç, sınıf ve milletten olursa olsun “hak” ekseninde hemen harekete geçer ve vahşeti kabul edilmez, insanlığa yakışmaz bulur. Bu vahşet aynı zamanda Yüce Allah’ın indinde de yakışıksız bir durumdur. Objektif veriler üzerinden bütün dünyanın kerih gördüğü bir olguyu Yüce Allah’ın kerih görmemesi mümkün değildir. İnsanlığın ortak aklı ve vicdanı “hak” ekseninde bir ölçüttür; heva ve heves ekseninde değil. Zaten insanlığın ortak aklı ve vicdanı heva ve heveste ortaklaşmaz. Objektif veriler, insanın genel geçer kendi tabiatının ve değerlendirdiği olgunun tabiatının gerçekliğine uygun olan verilerdir.

İnsan ve İnsan Hakları

 

İnsan, haklarıyla insandır!

 

Anılmaya değer bir varlık olmadan üzerinden uzun bir sürenin geçtiği insan; akıl, irade ve kudret sahibi, kendi zihni ve ameli edimlerinden sorumlu ve sorumluluklarıyla ilişkisinde ya yaratılmışların en şereflisi ya da yaratılmışların en şerlisi olabilen bir varlıktır. Bu varlık, diğer bütün canlı türlerinde olduğu gibi dişilik-erillik özelliği ve bütün diğer yetenekleriyle yaratılmış; farklı renk, dil ve tipte ve tanınmayı gerekli klan farklı milletler halinde düzenlenmiştir. İnsan için bunların hiç biri üstünlük ve düşüklük gerekçesi değildir. İnsan ontolojik olarak salt siyah, beyaz; Kürt, Türk, Arap; kadın, erkek; yaşlı, çocuk veya azınlık, çoğunluk değil insandır! İnsanın çokça zalim ve cahil olduğu gerçeğinden kaynaklanan haksızlıklar dolayısıyla kadın, siyah, mazlum milletler, yaşlı, çocuk veya azınlık haklarından bahsediliyor olması insandan ayrı bir kadın, siyah, mazlum millet, çocuk veya azınlık türünün olduğu anlamına gelmez. Bütün bunlar o çokça zalim ve cahil olan insanın insanlığa ilişkin yaptığı haksızlıklar içerisinde mütalaa edilir. Çünkü insan siyah, beyaz; erkek, kadın; Kürt, Türk, Arap; yaşlı, çocuk veya azınlık, çoğunluk gibi ayırımlar yapılmaksızın insandır. Öyleyse genel insanlık haklarından kadınlara veya mazlum milletlere özgü hakları ayıramayız. Çünkü kadın insana, siyah insana, çocuk, azınlık veya Kürt insana dönük haksızlığı yine beyaz ama insan, erkek ama insan, yetişkin ama insan, çoğunluk ama insan, Türk, Arap, Fars ama insan yapmaktadır. Güçlü insandan kaynaklanan bütün zayıf insan sorunları; ister kadın ister çocuk ister siyah ister azınlık veya ister mazlum bir millet sorunu olsun, bu sorunlar yalnız bunların değil bütün insanlığın ortak sorunudur. İnsan hakları, insanın hem bireysel ve toplumsal tabii haklarını hem bireysel ve toplumsal özgül güçlerini gerçekleştirme haklarını hem de bireysel ve toplumsal siyasi haklarını birlikte ifade eder.

İnsan ve Tabiat

 

Uyumluluk!

 

İnsan tabiatın bir parçasıdır ve ondan koparılamaz. Tabiat ise insanın insanla birlikte canlı ve cansız çevresidir. İlahî vahiy, insanın da içinde yer aldığı canlı cansız tüm tabiat unsurlarını bir arada anar. İnsanın cansız bildiği varlıkların da insanın bilmediği bir yaşam tarzına sahip olduğunu belirler. Onun ayrılmaz bir parçası olan ama tabiattan akıl, irade ve kudret yetenekleriyle ayrılan insan, bu yetenekleri dolayısıyla da tabiattaki canlı cansız tüm varlıklara karşı sorumludur. Onun tabiata ilişkin görevi ona egemen olmak değil onunla uyumlu olmaktır. Tabiat insanın düşmanı değildir, insan tabiattaki canlı cansız bütün varlığın davranış sistemini ve bu konudaki sırlarını araştırıp ona düşmanlık yapmadan kendi uyumunu kurmak zorundadır. Çünkü tabiat insana karşı uyuma hazır olarak vardır; insan, tabiata karşı uyumunu, onu kendine uydurarak değil kendini ona uydurarak kurmalıdır.

 

Kadın

 

Yaşamı kuşatan birçok alanda ve özellikle konsepte konu olan sosyal ve siyasal alanda kadının erkeğe oranla yeterince söz ve yetki sahibi olmadığı tarihsel bir olgudur. Bu olgu, hassaten kadın açısından kadının kendi özgül güçlerini gerçekleştirme mücadelesinin merkezine yerleşmiş ve onun öncülü olmuş bulunmaktadır. Kadın, varoluş mücadelesinin merkezine aldığı bu öncül ile varoluşuna karşı iki “sorunsalı” belirgin kılmıştır. Birincisi erkeğin kadın üzerindeki tarihsel tahakkümcü yaşamıdır: Niteliği hakkında farklı düşünse de bu “tahakkümü” erkek de kabul etmektedir. İkincisi ise tahakküme karşı direnen kadının eril bir dile sahip olmasıdır: Niteliği hakkında farklı düşünse de bu “eril dili” kadın da kabul etmektedir. Özellikle kadının mücadelesiyle belirginleşen ve fakat bu belirginliğe karşın çözümlenemeyen ve de çözülemeyen olması dolayısıyla “kadın konusu” yalnızca İslam dünyasında değil tüm dünyada bir sorunsal durumunu almıştır. Kürt kadını için ise genel özgürlük mücadelesi içerisinde ayrı bir yük halini alan Kadın sorunsalını tartışmaya ve onu gündem yapmaya azimli olan AZADÎ, konseptin içeriği gereği sosyal ve siyasal alanda “kadını” söz ve yetki sahibi kılacak fiili durumu da inşa etmeye kararlı biçimde hazırdır.

 

Ne Zalim Ne Mazlum

 

Kim olursa olsun mazlumdan yana, nerden gelirse gelsin zalime karş!.

 

Yüce Allah zalimleri sevmez, mazlumlardan ise yana olur. Yüce Allah’ın bu sarih yaklaşımının hikmetine binaen insanlığın ortak aklı ve vicdanı da aynı özelliğe sahiptir. Zalime ve mazluma yardım etmek zalimin zulmüne, mazlumun da mazlumiyetine engel olmaktır. Haksızlığa uğrayana mazlum, haksızlık yapana da zalim denir. Mazlum olarak kabul edilen, yalnızca mazlum olduğu için haklıdır; haklı veya mazlum olan mutlaka iyi insan olmak zorunda değildir. Mazlumun dini sorulmaz; aynı şekilde zalimin de dini sorulmaz. İnsanlığa uygun davranış, yeryüzündeki tüm mazlumlara yakın ve tüm zalimlere uzak olmaktır. Yeryüzündeki herhangi bir mazlumun haklılığı ve zalimin haksızlığı bunların birbiriyle karşılıklı veya çaprazlama kurduğu ilişki biçimleriyle değişmez.

Din

 

Kendisine inannmayanı kendisine inanana karşı himaye eden din; İslam!

 

İslam hem birey hem toplum olarak yaşam biçimimizin temel dinamiğidir. Fakat İslam’dan sorumlu olan yalnızca Müslümanlardır. Müslüman olmayan yani din olarak İslam’ı tercih etmeyen hiç kimse İslam’dan sorumlu tutulmaz. Temel dinamiğimizin İslam olması, toplumuzda başka dinamiklerin olmadı anlamına gelmez. Aksine ister din ister marufa uygun başka yaşam biçimleri olsun toplumuzda başka dinamikler de vardır. Bu dinamiklerin hiç biri kendisini gizlemez, marufa uyduğu sürece inanç ve ibadetlerini açık ve emin biçimde yerine getirir. Bu konuda yaşadıkları sıkıntılar ise Müslümanları sorumlu kılar. Çünkü din konusunda asla zorlama yoktur; hakla batıl birbirinden apaçık ayrılmıştır. Artık kim neyi tercih ederse sorumluluk ona aittir. Kimse tercihe zorlanamayacağı gibi tercihi konusunda da zorlanamaz, zorda bırakılamaz. Topraklarımızda insanların kahir ekserisinin inandığı, tarihimizi ve yaşam biçimimizi belirlediği için görünür olan İslam’a da kimse itiraz edemez. Fakat kimse de İslam adına hiçbir “hakkı” ihlal edemez. “Hak” ihlal eden, İslam adını kullansa da bu kabul edilmez. Din “hak” için bir araçtır; ve din, iktidar için bir araç değildir.

Mezhep

 

Varlığı diğerinin beğenisine bağlı olmayan olgu.

 

Mezhepler, büyük oranda sosyal ve siyasal gelişmelerin etkisiyle gerçekleşen dini yorum biçimleridir. Yeryüzündeki ilahi ve beşeri bütün dinlerde farklı yorumlarla farklı mezhepler meydana gelmiştir. Ama hiçbir mezhep dinin kendisi olmadığı gibi, dini inhisarına da alamaz.  İslam’dan neşet eden mezhepler de bir yorum biçimidir. Herhangi bir mezhebi tekelleştirmek, diğerini ötekileştirmek doğru değildir. Dinde zorlama olmadığı gibi mezhepte de zorlama asla kabul edilmez.

Millet

 

Sosyal varlıklar arasındaki bilişme kimliği.

 

Hayvan kelimesi biyolojik bakımdan tüm canlıları kapsayan ontolojik varlıkları ifade eder. İnsan ise hayvandan akıl ve irade sahibi olmakla ayrılmış ve ontolojik tür olarak insan ırkını oluşturmuştur. İnsan ırkından meydana gelen bütün sosyal birimler sosyal kimliğin bilinmesi esasına dayalı olan tarihsel varlıklardır. Tarihsel varlıklar yaşamın birer tabii realitesidir ve kendi tabiatı içerisinde varlıklarını sürdürür. Bu varlıkların en kapsamlısı olan milletlerin her birinin hususi bir kimliği vardır. Milletlerin hususi kimlikleriyle tanışıp bilişmeleri aynı zamanda ilahî bir karardır. Buna engel olmak, bir milleti kimliği dolayısıyla yok saymak hem ilahî hem de insanî bir suçtur. Binlerce yıl varlıklarını sürdürseler de tarihsel varlıklar olan milletler ontolojik varlıklar gibi birer sabite değil değişkendir. Kimliği yok sayılarak başka bir kimlik içerisine mahkûm edilen Kürt milletinin kendi kimliği için mücadele etmesi onun ilahî, tabii ve siyasi hakkıdır.

Dil ve Renk

 

Dil ve renk; insana dair iki farklılık!

 

Dil ve renklerin farklı oluşu öylesine keskin birer gerçektir ki Yüce Allah bu çeşitliliği birer ayet olarak sunmaktadır. Diller ve renkler hem Yüce Allah’ın birer ayetidir hem de insanlığın birer işaretidir. Dolayısıyla dillerin ve renklerin farklılığına tahammül edemeyenler ilkin insanlıklarına dair işaretleri yitirir. İnsanlık işaretlerini yitirenlerin Yüce Allah’a dair işaretlere saygı göstermesi de beklenemez. Bunlar da milletleri kimlikleriyle kabul etmeyip saygı göstermeyenler gibi insanlık suçlusudur. Diline ve rengine sahip çıkıp suçlularla mücadele etmek en temel ilahî ve tabii bir haktır. Kürtçe için yasakçı zihniyetlerle Kürtlerin mücadele etmeleri de böyledir.

Ümmet

 

İçeriğine uygun biçimini arayan ideal!

 

Ümmet, Medine Vesikasında din, dil, renk ve ırk farklılıklarını kuşatan en temel sosyal ve siyasal birim olarak doğdu. Her Müslüman toplum ümmetin tabii üyesi ve parçasıdır. Müslüman topraklarda yaşayan fakat Müslüman olmayan bütün diğer unsurlar da aynı şekilde ümmetin tabii parçasıdır. Ümmeti oluşturan her unsur ümmette kendi kimliği ile yer alır. Fakat Medine Vesikasıyla somutlaşan ümmet, modern zamanlarda ve özellikle 20. asrın başlarından buyana biçimsiz bir içerik olarak karşımızda durmakta. Bir ideal tasarım ve bu tasarımla uyumlu bir içerik var, ama bu içeriği temsil edecek bir biçim yok. Kürtler ise, parçası olduğu ümmette kimlikleriyle bulunmamakta. Kimliksiz bir parça olmak büyük bir çelişkidir: Bu tıpkı hem olmak hem olmamak gibi bir anlama sahiptir. Kürtler ümmet içerisinde onun bir parçası olduğu için vardır, ama kimliğiyle onda bulunmadığı için de yoktur. Bu bakımdan Kürtler:, ümmet içerisinde farklı bir tabiata sahip durumdadır. Kendi kimlikleriyle temsil edilmeyi gerekli kılan ayrı bir sorumlulukları vardır-

Devlet

 

Sosyal ve siyasal hayatın aracı.

 

Devlet bir nimet veya bir zenginlik aracıdır. Devletsizlik de bunun tersidir. Devlet siyasal hayatta örgütlenmiş bir milletin veya milletler birliğinin tüzel varlığının adıdır. Siyaseten en küçük örgütlenme biçiminden en büyük örgütlenme biçimine kadar hepsinde “devletsel” hareket dürtüsü egemendir. Sosyal hayatın içeriği ile çoğu zaman uyumsuz olan siyasal biçimler devleti bir organizasyon olarak tartıştırmaktadır. Ama devleti tartışanlar da bir devlet önermektedir. Her halükarda devletsizlik yok. Model olarak ulus devleti benimsememek bizzat devleti benimsememek değildir. Kürtlerin ve Kürdistan’ın kendi kimliği ile diğerleri arasında dengeyi kurabilmesinin en baskın aracı devlettir. Devlet her milletin olduğu gibi Kürtlerin de temel bir hakkıdır. Model olarak ise devlet hakkı konjonktürde neye tekabül ediyorsa odur. Zira devlet hakkını ideal bir devlet tasarımı adına ertelemek, bu hak elinde olmayan için absürttür. Zaten olan da böyle değildir. Kürtler devlet talep etmektedir, bu devlet en iyi hangi biçimle mümkün oluyorsa onu tercih etmekte hiçbir beis yoktur. Ümmet birliğinden federasyona, ulustan konfederasyona kadar devletin yolu vardır.

Savaş ve Şiddet

 

Ne savaş şiddettir, ne şiddet savaştır!

 

İnsanoğlu tarih boyunca savaş ve şiddete tevessül etmiştir. Buna rağmen gerek ilahî irade ve gerekse de insanlığın ortak aklı ve vicdanı, haddi aşmamak şartıyla savaşı bir savunma aracı,  savunmaya bağlı olmayan keyfi şiddeti ise gayri dinî, gayri insanî ve gayri ahlakî hastalıklı bir davranış biçimi olarak görmüştür. Ama tabii refleksle ortaya çıkan şiddeti kendi tabiatı içerisinde ele almak şiddetin onaylandığı anlamına gelmez, aksine istenmeyen fakat kaçınılmaz olarak doğan şiddeti, keyfi ve planlı şiddetten ayırmak anlamına gelir. Tıpkı savunma savaşını, savaş genellemesi içerisinde ayrı bir kategori olarak görmek gibi. İlahi irade can, akıl, nesil, din ve mal emniyetine yönelmiş tüm saldırıları bertaraf etmek için savunmayı meşru görmüştür. Bu meşruiyeti de haddi aşmamaya bağlamıştır. Haddi aşan savaş, artık savunma değil saldırganlıktır. Yüce Allah ise tıpkı insanlığın ortak aklı ve vicdanı gibi mütecaviz azgınları sevmez. Şiddeti bir politika yapan tüm yapılar ret edilir. Şiddet asla tasvip edilmez. Çünkü şiddet insanlığın utanç tablosudur. İnsanlığa yakışan bir davranış biçimi değildir. Haddi aşmayan savunma savaşı yalnızca silahlı bir karşı eylem biçimi olarak mazlum için çaresizlikten doğan bir haktır, ama şartlar oluştuğunda bu hakkın silahsız aygıtlarla siyasal süreçler içerisinde verilmesi en uygunudur. Şartların siyasal mücadeleye uygun olduğu süreçlerde silahlı savaşın sürdürülmesi amacı aşan bir yöntem olarak sorgulanmalıdır.

Barış

 

Barış; sonuçlarından ziyade kendisi zafer olan bir keyfiyet!

 

Barış insanoğlunun medeniyet denen olguyla birlikte kendisini geliştirmesinin en temel zeminidir. Hudeybiye’de on yıllık bir barış antlaşması imzalayan Hz. Muhammed (sav), bu sürenin henüz daha ilk yıllarında hızlı bir ilerleme kaydetmiş ve bir çok sosyal ve politik olumlu gelişmenin zeminini hazırlamıştır. İnsan yaşamına önem veren her mücadelenin önceliği barış olmalıdır. Belli bir mücadelenin sonucu olarak gerçekleştirilen barış, asla hak mücadelesine zarar vermez; teslimiyet anlamına da gelmez. Mücadeleyi barış görüşmeleri aşamasına getirmek başlı başına taktire şayan bir başarıdır. Fakat hiçbir barış, hakkın tahakkuku anlamına da gelmez. Barış olgusuna hakkın tahakkuku penceresinden bakmak bir alışkanlık olsa da doğru olan, her uzun süreli savaşta gerçekleşen zihni ve ameli kirliliğe son verme yaklaşımıdır. Bu bakış açısıyla barış, hak mücadelesini daha sağlam, daha temiz, daha insanî ve daha ahlakî bir zemine dönüştürmektir.

Bağımsızlık

 

Tek bir biçime indirgenmeyecek içerik!

 

Kendi kimliği ve iradesi ile kendi kendisinin yöneticisi olmak bir bağımsızlık biçimidir. Bağımsızlıkta içerik, “hak” olanın yerini bulmasıdır. Bağımsızlıkta biçim, yerini bulan “hakkın” herhangi bir araçla bilişmeyi gerçekleştirmesidir. Kimliğin temsiliyeti resmen ortaya çıkıyor ve maruf olan gerçekleşiyorsa, bağımsızlık içeriği bağımsızlık biçimiyle uyumlu demektir. Muhtariyetten federasyona, konfederasyondan klasik devlet formuna kadar bütün yolların varacağı mecra hakkın tahakkuku olacaktır. Hak, mutlaka dönüp dolaşıp sahibini bulacaktır.

İç ve Dış Politika

 

Doğru olmak, insan yaşamına mâl olmayı gerektirmez!

 

Allah’u Tealâ mazlum milletlerden yana olduğunu söylediği gibi zalim rejimlere ve ordularına karşı yeryüzünde onların yerini sağlamlaştırmayı veya onların kendi yerlerindeki egemenliğini tahkim etmeyi de irade ettiğini beyan etmektedir. Bu bakımdan bize göre mazlum olan veya kendi kaderini tayin hakkını elde ederek özgürleşme mücadelesi  veren milletlerin hem içerideki hem de dışarıdaki öncül politikası, temkinli olmak anlamına gelen “temekkün” olmalıdır. Temekkün, bu milletler için zalim rejim ve ordulara karşı mekan sahibi olmak, yer tutmak, yere sağlamca yerleşmek ve kendi ülkelerinde güvenli bir şekilde yerleşmeyi mümkün kılmak amacına temkin politikasını araç yapmaktır. Yani özgürlük hareketlerinin genel eylem politikasının öncülü temekkün olmalıdır. Temekkün öncülü iç ve dış politikada eylemsel olarak harekete geçmeden önce şartları gözetip fayda-zarar hesabı yapmayı gerektirir; bu politikaya göre uygulamaya sokulmak için alınan kararların mavcut fayda-zarar durumu ile beklenen fayda-zarar durumu arasında mukayese yapması şarttır. Beklenen fayda mevcut faydadan fazlaysa karar alınmalı ve uygulamaya sokulmalı, beklenen zarar mevcut zarardan fazlaysa kararın alınması veya kararın uygulamaya sokulması ertelenmelidir. Bizim genel temekkün politikasına kesin olarak şart koştuğumuz esastan bir istisnamız vardır; o da, fayda hesabının asla insan yaşamı üzerine yapılamayacağıdır: Hiçbir siyasi fayda hesabımızı insan yaşamı üzerine kurmayız. Bu çerçevede tüm mazlum milletlerin özgürlük mücadelesini destekliyoruz. Bir milletin mazlumiyetini, kurduğu uluslararası ilişkilere rağmen diğer bir mazlum millete destek vermesi şartına bağlamıyoruz. Bu bakımdan bir başka mazlum halkın özgürlük mücadelesinin haklılığını, Türkiye Cumhuriyeti’yle kendi lehine kurduğu ilişkiye rağmen Kürdistan özgürlük mücadelesine destek vermesi şartına bağlamayız. Aynı şeyin Kürdistan özgürlük mücadelesi için de kabul edilmesi gerektiğini de açıkça beyan ederiz.

 

Ekonomi

 

Kendi kendinin efendisi olmak!

 

Her emperyalist düzen sömürgesinin ekonomisini hedefler; bazen çok basit çıkarlar için gerektiğinde bir milletin kaderiyle oynar. Sömürülen milletlerin karşı mücadelesi tabii olarak ekonomiyi de amaçlar. Çünkü her özgürlük talebi aynı zamanda kendine efendi olma talebidir. Sömürgeciler başkasına efendi olma amacını başkasının topraklarına ve dolayısıyla ekonomik kaynaklarına tasallut ederek sağlar. Özgürlük mücadelesi ve talebi ise aynı zamanda başkasına değil ama kendi kendinin efendisi olma mücadelesi ve talebidir. Kendi kendinin efendisi olmayı talep etmek tabii olarak kendi kaynakları üzerinde tasarruf hakkını kullanmayı da talep etmektir.

D – AZADÎ HAREKETİ İRADESİNİN TEMEL ESASLARI

AZADÎ;

 

  • Hem kendisinin hem Kürdistan’ın özgül güçlerini gerçekleştirmesine inanır. Siyasetinin özünü Kürt ve Kürdistan davasının belirlediğini beyan eder. Siyasetin şeffaf olmasını; siyasetiyle siyasi ilişkileriyle kendini halka arzıyla bu şeffaflığı esas görür. Kürdistan’a rengini veren medeniyetin bütün bileşenleriyle özgürlük iradesi arasında bağ kurulmasının zorunlu olduğuna inanır. Kürdistan’ın başta bağımsızlığı olmak üzere tabii ve siyasi hak ve hürriyetlerini irade eder. Kürdistan; tabii, tarihî ve siyasi haklarıyla Kürdistan’dır. Kürdistan kendine has bütün özellikleriyle dünyadaki milletler ve devletler arasındaki yerini almalıdır.
  • Kürdistan’ı İslam dünyasının ve dolayısıyla ümmetin ayrılmaz bir parçası olarak görür. Kürdistan’ın, Kürdistan’ın yaşadığı inkâr dolayısıyla ümmetin diğer unsurlarından farklı bir tabiatının olduğunu açıklar. Hak, adalet ve hürriyet ilişkin siyasetiyle ilgili söyleminin bel kemiğini dinî, millî ve insanî kaynaklardan yararlanarak oluşturur.
  • İnsanlığın ortak aklı ve vicdanını dikkate alır. İnsanlığın birikimi olarak ortaya çıkan hak, adalet ve hürriyet için kurulan milletler arası cemiyetleri ve insan haklarına dayalı sözleşmeleri kabul eder. Bütün inanma ve maruf yaşam biçimlerine saygıyı ve onların yaşama hakkını kuşatan tüm imkânların varlığını hem Kürdistan’da hem bütün dünyada savunur ve esas kabul eder.
  • Kürt tarihini, kültürünü, edebiyatını, sanatını ve Kürtlerin içinde yer aldığı medeniyeti esaslarından sayar. Kürdistan’da yaşayan Zerdüştlük, Êzidilik, Yaresanilik, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi inanma biçimleriyle Arap, Türkmen, Ermeni, Keldani, Suryani, Mıhelmi ve Roman gibi halkları medeniyetinin bileşenlerinden kabul eder. Bununla beraber Kürdistan’ın genel milli kimliğinin bütün lehçeleriyle birlikte Kürt halkından, genel inanma biçiminin de bütün mezhepleriyle birlikte İslam’dan oluştuğu gerçeği üzerine hareket eder. “Hak” dışında hiçbir şeyi değişmez ölçüt olarak kabul etmez. Hakkı sabit, diğer her şeyi değişken olarak görür.
  • Milli kimliği Kürdistanlı olarak belirler. Bütün dünyanın bir kısmını dinde kardeşi, diğer kısmını da insanlıkta eşiti olarak görür. Kimlik veya varoluşsal mücadelesini dinde ve insanlıkta kardeş olduğu halklara karşı değil zulüm siyasetini yürüten soyo-politik mekanizmalara ve rejimlere karşı yürütür. Mücadele için örgütlenmeyi temel bir hak olarak hem kendisi için hem tüm Kürdistanlılar için elzem görür. Kürdistan’da sosyal ve siyasal dayanışmayı politik yöntem bilir. Bunlar arasındaki siyasal, yol, yöntem ve bakış farklıklardan kaynaklanan sorunların demokratik ve medeni yöntemlerle çözümünü benimser. Halklarla dayanışmayı, birlikte mücadeleyi asla dışlamaz.
  • Kürdistan mücadelesi içinde yer alan ve onu bugüne taşıyan bütün kişi ve hareketlere saygıyı esas alır. Fakat saygıyı sorgulamaya engel görmez. Yaşamını Kürdistan için hak, adalet ve hürriyet uğruna feda eden tüm savaşçıları milli kimliğin şahitleri olarak kabul eder. Onlara minnet ve şükranlarını arz eder.
  • Kürdistan gerçekliğinin içerik ve biçim uyumluluğunu önümüze koyan Ahmed-i Hanî’nin fikriyatını kuramsal olarak; hak, adalet ve hürriyet için harekete geçen Emiru’l-Mücâhidîn Şehit Şeyh Said’in eylemselliğini tarihsel olarak doğru bulur. Seyyid Rıza’yı ve Dersim’i Kürdistan bilincinin büyük bir yarası ve onun tarihsel matemi olarak belleğinden ayırmaz. Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin temellendirdiği kardeşlik inşasını mühim bir barışın zemini olarak uygun bulur.
  • Irkçılığı, kendisinden başkası üzerinde egemenlik kurma siyasetini, emperyalist duygularla hareket eden siyasi mekanizmaları, insan yaşamını çıkar için kullanan dini, milli, sınıfsal, siyasal bütün atraksiyonları ve insanları heyecanlandıran hamaset gibi duyguları kötücül siyasetin aracı yapmayı lanetler.
  • Silahlı savaşı, ancak objektif verilerle kanıtlanan bir savunma hakkı olarak görür. Devam ettirilmesi halinde sevki tabii olma hüviyetinden çıkacak olan zorunlu ve anlık şiddet hariç, keyfi veya planlı sürdürülen şiddetin tümünü gayri meşru bulur. Kendisi için silahlı mücadeleyi ve şiddeti bir yöntem olarak kullanmayı benimsemez.
  • Kürt ve Kürdistan davasını bir ihkak-ı hak davası olarak görür. Fakat bu bir sabite değil değişkendir. Hak tahakkuk ettiğinde devletler ve milletler muvazenesinde yerini alacağından Kürt ve Kürdistan’ın özgürlük davasının bir dava olmaktan çıkması gerektiğine ve bundan sonra Kürt ve Kürdistan’ın Yüce Allah’a, kendine ve insanlığa karşı yükümlülüklerinin dava olabileceğine inanır.

E – SONUÇ

Sonuç zorunlu olarak sözün bitimidir. Yoksa tamamlanmış bir içerik ve biçimin nihayeti değildir. Zira “tamam olmak” demek olan kemâl, derece olarak ancak kesin bilgi için söz konusudur. Bu metindeki bilgilerin bir arayışın içeriği olduğu, dolayısıyla kemâl derecesi iddia etmediği açıktır. Konsept metniyle ortaya konmak istenen şey ortaklaşılan kaygı, düşün ve bilincin kendine tahmil ettiği amacı formüle edip beklentiyi mümkün kılacak aracı açıkça ortaya koymaktır.

 

  • Amaç: Tarihsel özgürlük iradesinin çağdaş formuyla kimliği oluşturan tarihsel dinamikler arasında “bağ” kurmak: Bu bağla bölünmüş kişiliği huzura kavuşturmak; kendisiyle içinde yaşadığı coğrafya, toplum ve ilişik olduğu dünya arasındaki dengeyi kurmak ve haksızlık yüzünden ortaya çıkan tabiat farklılığı bahanesini gidermektir.
  • Araç: Amacı belirleyen bu düşün tablosu “bağ” için bir eylem tablosuna ihtiyaç duymaktadır; eylem tablosu ise ancak siyasi temsiliyet mekânıdır.

 

Amaçlarla araçlar arasında tam bir mütekabiliyet ilintisi olmalıdır ki içerik ve biçim uyumsuzluğu ve dolayısıyla sürekli çelişki durumu oluşmasın. AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtler için metinde bahsedilen amaç, genel-geçer yaşam biçimini belirleyip kuşatan bir açıklama arayışı olarak varoluş nedeninin kendisi değil, varoluş nedeni için gerekli olan asli düşün ve eylem tablosu için öncelikler adına düşünülen son aşamadır. Araç ise ilk yapılması gereken önceliktir. Yani özgül güçleri gerçekleştirmenin görece yakın olanına araç uzak olanına amaç denir. Bu bakımdan amaçla araç arasında tam bir örtüşme vardır ve amaçla aracı ayırmak AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtleri yalnızca aldatmak olur. Zira aracın adı konmadığında veya adı konmuş araç amaçtan ayırtıldığında AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtlerin kaygı, düşün ve bilincinden doğan amaç tamamen yararsız hale gelir.

 

Konsept metni boyunca sürekli vurgulanan “tarihsel özgürlük iradesi ile tarihsel dinamikler arasında bağ kurma” kaygısını yaşayan her Kürdistanlı, ister bunun bilincinde olsun ister olmasın doğal olarak AZADÎ kavram kapsamında yer alır. Çünkü kavram olarak AZADÎ telaffuz edildiğinde zihne gelen ilk tasarım yalnızca Kürdistanlıların yaşadığı bu kaygıdır. 10 Haziran 2012’da ilan edilen inisiyatifle birlikte AZADÎ kavramı somutlaşarak ete kemiğe bürünme aşamasına geçmiştir. 6-7 Eylül 2014’te ise somutlaşma aşaması resmen yapısallaşmış olacaktır.

 

Yapısallaşma, AZADİ kavram kapsamındaki Kürtlerin öncelikler sorununu kendi başına çözme zorunluluğunun ve bu zorunluluktan kaçamamanın bir sonucudur. AZADİ kavram kapsamındaki Kürtler kendi kimlikleriyle tarihteki yerini almalıdır. Kendisini, kendi geleceğini belirleyinceye dek geliştirmelidir. Çünkü AZADÎ kavram kapsamındaki Kürtlerin en iyi bildiği şey; kendi kendisinin belirleyicisi olamadığında, yani kendisini aşağılanmaya ve kişilik bölünmesine mahkum edip ona uyarlayabildiğinde, bu durum onda dinî, insanî ve ahlakî karakter ve nitelik yıpranmasını gidermeyecektir; ve bu durumda onun ne dini, ne insanlığı ne de ahlakı tamam olacaktır; ve hem dine hem insanlığa hem de ahlaka mugayir sürekli bir tepki halinde olacaktır.

 

Kendi kaygısına sahip çıkmayan, kendi kimliğine sahip çıkmıyor demektir. Çünkü kendi kaygısına sahip çıkmayanın kimliği buhrandan çıkmaz. Bunu çok iyi bilen AZADÎ, kendi özgül güçleriyle kimliğini ibraz etmeye karar vermiş ve bunu siyasi temsiliyeti öngören mekân yapısallığıyla deklare etmiştir.

 

Allah’u Tealâ’nın tevfik ve inayeti hepimizin üzerine olsun; ilahî vahyin ışığı yolumuzu aydınlık kılsın! (Amin)

 

Yaşasın AZADÎ Yaşasın KÜRDİSTAN!

 

6-7 EYLÜL 2014 DİYARBEKİR/AMED

 

Hak Adalet ve Hürriyet İçin Kürdistan İslamî Hareketi / AZADÎ Hareketi