Partiya Azadî

Partiya Azadî

2 DAVAMIZ

DAVAMIZ:

Bizler Müslüman olarak şuna inanıyoruz:

Allah cc. Tarih boyunca insanlar arasında adaletin ve eşitliğin sağlanabilmesi için peygamberler göndermiştir. Peygamberlerin ve müminlerin sabır ve sebat gösterebilmeleri, manen güçlenmeleri için de ibadetleri farz kılmıştır. Dolaysıyla ibadetlerin maksadı ve önemi, insanlar arasındaki adalet ve eşitliği güçlü bir şekilde sağlamalarıyla anlaşılmaktadır.   Bundan dolayı da evvela peygamberlerin maddi ve manevi olarak ‘Azad’ olmaları gerekir. Bu minvalde Allah, Muhammed (as) ilk önce “kalk ve uyar” diye vahiy göndermiştir.

Tüm bu çerçevede şunu anlıyoruz ki kendileri ‘Azad’ olmayanların başkalarına verecekleri, söyleyecekleri, dile getirecekleri ve öncü olabilecekleri herhangi bir mühim etkililiklerinden bahsedilemez ve önemlilikleri söz konusu olamaz. Rahmetli Şehid Seyyid Kutup, ‘Azadî’ yani özgürlük için şöyle demiştir: “Özgürlük, tevhitten öncedir.” Çünkü özgürlük olmazsa tevhidin gereği yapılamaz, önemlilik arz edemez…

İşte bizim tüm endişemiz de budur. Evvela günün şartlarına uygun bir perspektifle bizlerin de tüm diğer halklar gibi ‘Azad’ olmamız gerekir ki; yapacağımız mücadelede kazanan veyahut da kaybedenlerden olalım. Özgürlük olmadan mücadele yapılamaz, bu süreçte kazananı ve kaybedeni olmayan, başı ve sonu belli olmayan kaotik bir mücadele anlayışı hayatımızda devam edip durur…

Çünkü aklı ve iradesi olmayanların mükellefiyeti ve sınavı söz konusu olamaz. “Akıl hastaları ve ergin olmayanlar gibi… “

En önemlisi de insanların mesuliyetleri, mükellefiyetleri kadar olmalıdır.

Bizler inanmışlar olarak; dinin tüm emirlerine muhatabız. Çünkü “din” kemale ermiş ve tamamlanmıştır.

Dindeki mesuliyetimiz; gücümüz, yeteneklerimiz ve bulunduğumuz pozisyona göre değişmektedir. Bizim siyasi mücadelemiz başkaları gibi var olanı korumak, muhafaza etmek veya devlet yönetimini ele geçirmek değildir. Çünkü var olan devlet otoritesi, ne inançlarımızı ne de bizatihi toplumsal olarak kişiliğimizi ve milliyetimizi kabul etmektedir. Bu sebeple bizim asıl mücadelemiz; her şeyden önce varlığımızı “kabul ettirme” mücadelesidir…

Her Müslümanın mücadelesi gibi bizim verdiğimiz mücadele de, ibadetin en yüce mertebesi olan Allah’a karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirebilmektir. İşte buna göre yola koyulmamız, işe başlamamız ve bu psikoloji ile hareket etmemiz gerekir ki başarılı olabilelim. Hadis-i Kudsi’de belirttiği gibi: “Ben kulumun yanında, kulumun beni zannettiği gibiyim.” Yani kulum, benim onu muvaffak edeceğime güvenirse onun güvenini boşa çıkarmak bana yakışmaz. Dolayısıyla biz de inanarak ve Allah’a güvenerek doğru istikamette görevimizi yaparsak, yapabilme inancında olursak başarırız.

Tüm bu çerçevede şunu görüyoruz: İslam dünyası yıllardır iki hastalıkla yaşamaktadır.    Hastalıklar toplumların hayat konforlarını düşürür ve diğer toplumların nazarında sürekli bitkin, yorgun ve işe yaramaz olarak algılanırlar. Bu hastalıklar:

1-Ya Allah için yapmazlar; riyakârlık, çıkar, şan, şöhret, makam vs. için yaparlar.

2- Ya da Allah’ın istediği şekilde değil de kendi liderlerinin istediği şekilde yaparlar.

Ne zaman ki bu iki hastalıktan kurtulmayı becerirlerse/becerirsek Allah yardımını ve başarısını gönderecektir.

Bunun için var olmamızın, doğruyu bulmamızın iki şartı vardır.

1-Her şeyi sadece ve sadece Allah için yapmak,

Yani: Allah bilsin, görsün ve kabul etsin bu bize yeter.  “Başkalarının bilmesine, görmesine ve kabul etmesine ihtiyaç duymamak.”

2-Allah’ın istediği gibi yapmak, yaşamak, stratejisini ilahi metoda göre ayarlamak, bu da iki şıktır.

*

A-           Tebliğ, insanlar arasında ayırım gözetmeden, imkânlar içinde yapılması gerekir. İnsanoğlu akıl ederek tebliği kime, neyi, ne zaman ve nasıl söylenmesi gerektiğini iyi bilmelidir.

B-           Savunma, bu da varlığınız ve gücünüz kadar kimden gelirse ve kime karşı yapılırsa yapılsın ayırım gözetmeksizin haksızlıklara karşı koyabilmektir.

Çünkü Rebbu’l-âlemin: “Ben her ümmete elçi göndermişim ki bana ibadet, itaat etsinler ve haksızlıktan münezzeh olsunlar, haksızlığa ortak olmasınlar.” diye buyurmaktadır.

Peygamberinde belirttiği gibi: “Cihadın en büyüğü zulme karşı hakkı söylemektir.” En makul olan da bu şiara uygun ve mutabık olmaktır. Bu kutsiyetin en yüce mertebesidir.

Bu inanç ve umutla yola koyulduğumuz bu süreçte, başkalarının ne yaptığını düşünmeden, tüm imkânlarımızı sorumlu olduğumuz inanca seferber ettiğimizde; diğer milletler gibi varlığımızı dünya âleme gösterir ve bu kutlu mücadelede öncü olabiliriz…